KÜLTÜR-SANAT 

İNANÇ MI, İSTİSMAR MI? / ‘THE WONDER’

Dijital içerik platformu Netflix’in özel yapımlarından biri olan, 2022 yapımı dram/gizem türündeki ‘The Wonder’ (Mucize) filmini Son Baskı okurları için inceledim. Buyurun yazıya…

Geçmişte yaşadıklarının etkisini atlatamayan İngiliz bir hemşire, 1862’de mucizevi bir şekilde uzun süredir oruç tuttuğuna inanılan bir kızı araştırmak için İrlanda’da ıssız bir köye gelir. Bu mucizenin ardındaki gizemi araştırırken kendi geçmişiyle yüzleşecek ve bir noktada harekete geçmek zorunda kalacaktır.

Buraya dikkat: Yazıda filmle ilgili fazlaca spoiler (sürprizbozan) bulunur. Eğer filmi izleyecekseniz ve spoiler yemek istemiyorsanız bu satırdan sonrasını okumamanızı öneririm.

MUCİZE Mİ, DEĞİL Mİ?

İlk sahnede, pek alışık olmadığımız üzere modern bir film seti görüyoruz. Bu sette gezerken bir dış ses, birazdan anlatılacak hikâyeye inanmamızı istiyor bizden. “Eyvah,” diyorum içimden, “bol inanç soslu bir mucize hikâyesi izleyeceğiz. Filmin sonu muallakta kalacak, gizem çözülmeyecek ve olaylar tamamen tanrının mucizesi denilerek işin içinden çıkılacak.” Ama öyle olmuyor. Hikâye beni şaşırtarak ve verdiği mesajlarla takdirimi kazanarak ilerliyor.

Elisabeth “Lib” Wright, çocuğunu kaybetmiş ve eşinden ayrılmış bir anne. Aynı zamanda pek çok savaşta görev yapmış deneyimli bir hemşire. Doktor McBrearty ve Peder Thaddeus’un da içinde bulunduğu 5 kişilik heyet tarafından İrlanda’nın bir köyüne çağırılıyor. Sebep: Aylardır oruç tutan ve köyde herkesin ilgi odağı olan 11 yaşındaki Anna O’Donnell’ı incelemek.

Vardiyalı olarak nöbet tutacak iki hemşire gerekirken yobazlık derecesinde tutucu olan köy halkını mutlu etmek için ikinci hemşire yerine bir rahibe çağırılmış. İki görevlinin, çocuğun durumu hakkında olsa bile birbirleriyle konuşmaları yasak. Wright bu yasağa uymakta zorlanırken rahibe Michael gayet kolay uyum sağlıyor.

Aile çocuğun durumuyla ilgili zerre endişeli değil. Köy ahalisi bir azizeye sahip oldukları için çok mutlu. Dünyanın her yerinden Anna’yı ziyarete gelenler, bağış kutusuna para atmadan gitmiyor. Anna da gayet sağlıklı görünüyor ve dilinden İsa’yı, duaları düşürmüyor. Bu manzaradan rahatsız olan tek kişi, hikâyede bilimin ve mantığın simgesi olan hemşire Wright…

MANTIĞIN SESİ HEMŞİRE WRIGHT

Gerçekten de hemşire, tepki çekme pahasına, köye geldiği andan beri bu mucizeyi sorguluyor. Bu olayı mantıksal zemine oturtacak bir hile, bir “çapanoğlu” arıyor. İzleyici olarak ben de arıyorum. Bu bilmece çözme süreci filmin en heyecanlı ve en keyifli yerlerinden biri. Zira Wright’ın konuştuğu herkesin kendine göre bir düşüncesi var. Anna’nın annesi Rosaleen kızının tanrı tarafından seçildiğini söylerken İngiliz gazeteci Will Bryne ve hanın sahibi David Wilmot bu orucun düzmece olduğuna inanıyorlar. Doktor Mcbrearty ise bir bilim adamı olmasına rağmen bu mucizeyi mümkün kılacak gerçek dışı varsayımlar üretmekle yetiniyor.

Arada sırada içtiği bir bardak suyla yetinen Anna, “tanrının yemeği mana” ile beslendiğini söyleyedursun, Hemşire Wright gerçeği buluyor.

ANNA’NIN SIRRI

Rosaleen’in söylediği “Anne öpücüğü kutsaldır” sözüyle olayı çözen Wright’ın fark ettiği şu: Anne O’Donnell, ağzında çiğnediği lokmayı kimse görmeden kızının ağzına veriyor. Yavrusunu besleyen bir anne kuş gibi… Anna’nın tuttuğu orucun sebebi ise; ona tecavüz eden abisinin ölümünden kendini sorumlu tutması. Suçlu olduğu fikrini aklına sokan kişi annesi… Abisinin cehennemde yanmasından ölesiye korkan küçük kız, bu yüzden oruç tutup günde 33 kere aynı duayı ediyor.

Wright’ın anneyi kızından uzaklaştırması üzerine Anna hızla hastalanmaya başlıyor.

ANNA’YI KURTARMAK

Filmin adı ‘Anna’yı Kurtarmak’ olabilirmiş aslında. Zira hikâyenin bundan sonraki kısmında hemşirenin küçük kızı kurtarmak için umutsuzca çabalayışını izliyoruz. Rosaleen kızına yeniden ‘öpücük vermeyi’ reddediyor. Heyet, kızı kurtarmayı reddediyor. Artık tekerlekli sandalye ile hareket edebilen kızın ölümünü herkes kanıksamış gibi. Zaten Anna da heyet önünde gerçeği söylemiyor ve ‘tanrının yemeği mana’ ile beslendiğini tekrar ediyor. Peder Thaddeus lütfedip (!) Anna’nın iyileşmesi için kilisede bir ayin yapılacağını söylüyor. Ama kızın kurtulamayacağını o da biliyor.

Böyle bir ortamda hemşirenin Anna’yı kaçırmaktan başka çaresi kalmıyor.

Gazeteci Will Bryne ile iş birliği yapan Wright, herkes ayindeyken Anna’yı Londra’ya gönderip evi yakıyor. Heyete Anna’nın öldüğünü, evin kazara yandığını söylüyor. Küçük kızın ölümünü umursamayan heyet üyeleri, evin yanıp kül olmasına pek sinirleniyorlar. Sebebi: Bir azizenin yaşamından geriye kalanların yangında yok olması.

Filmin son sahnelerinde Anna’yı Wright ve Bryne’la birlikte Londra’da, mutlu ve sağlıklı bir halde görüyoruz.

FİLMLE İLGİLİ BİLGİLER

103 dakikalık film, senaryoda da imzası bulunan Emma Donoghue’nin aynı adlı romanından uyarlama. Filmi Sebastian Leilo yönetmiş, başrolde ise ‘Lady Macbeth’, ‘Midsommar’ ve ‘Little Women’ filmlerinden tanıdığımız Florence Pugh var.

Donuk, huzursuz ve şüpheci hemşire Wright rolünde çok iyi bir performans sergilemiş ama asıl başarı, Anna rolündeki genç yetenek Kila Lord Cassidy’nin. Zor bir rolü sırtlanmasına rağmen cesurca hakkını veriyor. Özellikle Wright’a gerçeği anlattığı sahnedeki oyunculuğu çok iyi.

Filmle ilgili dikkatimi çeken bir nokta daha var ki bahsetmesem olmayacak. Pek çok sahnede hemşire Wright’ı kameranın tam karşısında iştahla, hatta hunharca yemek yerken görüyoruz. Bu sahneler hikâyeye herhangi bir şey katmıyor. Ama Anna’nın inanca dayalı, sessiz, sakin, huşu içinde tuttuğu oruca tam bir kontrast oluşturuyor. Hemşireyi yemek yerken görünce izleyicinin de canı bir şeyler yemek istiyor.

SON SÖZ

İnanç ile istismar arasındaki ince çizgiyi, dinin insanların küçük dünyalarında yarattığı etkiyi ve inanç uğruna insan yaşamının nasıl kolaylıkla gözden çıkarılabileceğini çok iyi anlatmış film. İnsanoğlunun umutsuzca ilahi mucize arayışına da değinmiş. 2023 BAFTA adaylığı bulunan The Wonder’ı Netflix’te bulabilirsiniz. Tavsiye ederim.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar